Soru Sor
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Netflix’te seyredebileceğiniz en iyi filmler hangisi diye arıyorsanız işte size Netflix’te seyredebileceğiniz en iyi 30 film önerisi:
Diriliş 2015
(The Revenant)
Vahşi Doğa’da geçen bir hayatta kalma ve intikam hikâyesi…. Film insanın vahşi doğada sarsılan ya da ayakta kalan değerler sistemini sorguluyor. Yüzbaşı Andrew Henry (Domhnall Gleeson) Batı’nın medeni yüzünü yansıtan biri. John Fitzgerald (Tom Hardy) ırkçılığı ve fırsatçılığıyla beyaz adamın karanlık yüzünü temsil ediyor. Ana karakterimiz Glass (Leonardo DiCaprio) ise açılıştaki av sahnesinde vurgulandığı gibi doğayla uyum içinde, artık onun bir parçasına dönüşmüş durumda. Filmdeki diğer beyazlara oranla sessiz bir karakter ama kendi ırkının açgözlülüğünden duyduğu rahatsızlığı hissetmemek mümkün değil. Onu bölgenin yerlilerine yaklaştıran tek şey, ölmüş Kızılderili eşiyle arasındaki ruhani bağ ya da oğlu değil. O, beyazların “dışarı”dan getirdiği değerlerden ziyade içgüdüleriyle hareket ediyor. “Diriliş”i çarpıcı ve etkileyici kılan asıl özelliği anlatımı. Yönetmen Inarritu’nun başarısının sırrı; savaş, takip, dövüş gibi sahneleri, olayların göbeğindeki hareketli bir kamerayla uzun planlar halinde çekmek.
Yeni Hayat 2000
(Cast Away)
Çağdaş hayatın yoğun temposu içinde kaybolup gitmiş bir adamın öyküsü… Uluslararası bir kargo şirketinde çalışan Chuck Noland (Tom Hanks),verimlilik sorunlarını çözmeye çalışan bir sistem analistidir. İşlerinin yoğunluğu nedeniyle sevgilisine (Helen Hunt) dahi yeterince vakit ayıramaz; evlilik planlarını sürekli erteler. Noel zamanı çıkmak zorunda kaldığı iş yolculuğu sırasında fırtınada düşen kargo uçağından sağ kurtulur ve kendini Güney Pasifik’te ıssız bir adada bulur. William Broyles Jr.’ın senaryosu, modern çağda geçen bir Robinson Crusoe öyküsü anlatıyor. Robert Zemeckis’in yönettiği film, Chuck Noland’ın verdiği yaşam mücadelesi kadar dış dünyadan yalıtılmış bir insanın yalnızlıkla baş etme ve kendini sorgulama sürecine de odaklanıyor. Bu arada, Noland’ın Crusoe’dan daha yalnız olduğunu belirtelim. Robinson’un Cuma’sına karşılık Noland’ın sadece bir voleybol topu var… Finali itibarıyla kaderci yanı ağır basan film için Tom Hanks, yaklaşık 22 kilo vermiş ve Oscar’a aday olmuştu.
Birdman 2014
Süper kahraman Birdman rolüyle tanınan Riggan (Michael Keaton),Raymond Carver’ın öykülerinden uyarladığı, yönettiği, başrolünü oynadığı ve yapımcılığını üstlendiği oyunla tiyatro dünyasında başarılı olmayı arzuluyor. Lakin, başta “hipergerçekçi” ukala oyuncusu Mike Shiner (Edward Norton) olmak üzere önünde o kadar çok engel var ki... Film boyunca sık sık iç sesini dinlediğimiz Riggan, nevrotik olmanın ötesinde hayalle gerçeğin birbirine karıştığı tehlikeli bir bilinç durumunda yaşıyor. Kızı Sam (Emma Stone),yapım amiri Jake (Zach Galifianakis) dahil çevresindekilerin de durumu çok iyi değil ama hepsi Riggan gibi oyuna kalplerini koyuyorlar. Karşılarında ise medya ve entelektüeller var. Filmi çekici hale getiren yönetmen Alejandro G. Inarritu’nun gösterişli ve tutkulu anlatımı. Inarritu, dijital geçişlerin yardımıyla son bölüme kadar bütün filmi “tek bir plan” gibi çekmiş. Tek plan tercihi, Riggan’ın üstündeki zamanın baskısını vurguluyor.
Yıldızlararası 2014
(Interstellar)
Gıdanın en önemli sorun olduğu bir gelecekteyiz... Çocukların hangi mesleği seçeceğine öğretmenlerin karar verdiği, Mao'nun Çin'ini andıran devletçi bir sistem var. Tüketim toplumu, bireycilik ve ABD'nin simgelediği değerler artık tarih olmuş. Çiftçilik yapan eski pilot Cooper'ın (Matthew McConaughey) isyanı öncelikle bu sisteme karşı. NASA'nın yeni gezegen araştırmalarında yer almak istemesinin nedeni çocuklarının istikbali... Christopher Nolan'ın, “Yıldızlararası”nı ABD'de ekonomik krizin zirveye çıktığı, sosyalizmin faydalarından söz edilen bir dönemin endişeleriyle yazdığı öne sürülebilir. Film, yüksek teknolojiyi, bilimsel araştırmaları, kâşiflik ruhunu ve insan merkezli aydınlanmacı düşünceyi kutsarken, gençlere elindekiyle yetinmeyi öğreten, çevrecilerin idolleştirdiği tarım toplumu fikrine karşı çıkıyor. Ama bu fikirlerin dipten dibe işlendiğini belirtmeliyim. Asıl öykü sevgiyle ilgili. Sevgi geleceğin karanlık dünyasındaki yegâne umut değil sadece... Bilimsel gelişmelerin esin kaynağı ve insanlığın asıl kurtuluşuna giden yol...
Otomatik Portakal 1971
(A Clockwork Orange)
Anthony Burgess’in romanından sinemaya uyarlanan distopik film, yakın geleceğin İngiltere’sinde geçer. Beethoven’ın eserlerine özel bir tutkusu olan Alex (Malcolm McDowell) tecavüz ve hırsızlığın yanı sıra kurbanlarına ultra şiddet uygulayan bir çetenin lideridir. Yakalandığında bizzat İçişleri Bakanı tarafından tanıtılan deneysel bir rehabilitasyon programına dahil olur. Amaç, suçluların içindeki tüm şiddet içgüdüsünü yok ederek onları kontrol etmektir. Stanley Kubrick’in ürpertici gelecek tasviriyle akıllarda kalan çarpıcı bir film... Görsel olarak etkileyici olsa da biraz soğuk ve duygusuz bir yanı olduğu söylenebilir.
Yeşil Yol 1999
(The Green Mile)
Paul Edgecomb (Tom Hanks),bir Fred Astaire filmi seyrederken 1935’e döner, cezaevinde çalıştığı yılları hatırlar. Paul o yıllarda idam mahkûmlarının kaldığı bölümden sorumludur. İdama mahkûm edilen hükümlülerin arasında John Coffey (Michael Clarke Duncan) adlı dev gibi bir Afro-Amerikalı da vardır. İki beyaz kıza tecavüz edip öldürdüğü söylenen John, altın gibi kalbiyle Paul’ü derinden etkiler. Daha önemlisi, sahip olduğu şifa veren doğaüstü yetenekleriyle Paul’ü büyük acılardan kurtarır… Stephen King’in 1996 tarihli romanından, Frank Darabont tarafından sinemaya uyarlanıp yönetilen film, ırkçılık ve ayrımcılık eleştirisiyle öne çıkan göz yaşartıcı ve duygusal bir yapım.
Köstebek 2006
(The Departed)
2002 tarihli “Internal Affairs” (Mou gaan dou) adlı Hong Kong filminin Hollywood tarafından yapılan bu yeni çevrimi, en iyi film ve yönetmen dahil 4 Oscar kazandı. Film, birbirlerini açığa çıkarmaya çalışan iki köstebeğin hikâyesini anlatır. Birisi (Leonardo DiCaprio),Boston’daki İrlanda mafyasının içine sızan ve şefi dışında kimsenin tanımadığı genç bir polistir. Diğeri (Matt Damon),mafya tarafından yıllar önce polis teşkilatının içine yerleştirilmiş bir köstebektir. Her ikisi de birbirlerinin açığa çıkarmak için ellerinden geleni yaparlar. Jack Nicholson’ın iki karakteri birbirine bağlayan bir mafya patronunu canlandırdığı filmde Martin Scorsese, bir mafya öyküsünün ötesinde nefes nefese ilerleyen bir gerilime imza atıyor.
Full Metal Jacket 1987
Gustav Hasford’un ‘The Short-Timers’ adlı romanından uyarlanan film, iki ana bölümden oluşur. Deniz piyadelerinin eğitim kampında geçen ilk bölüm, zorba bir çavuşun baskısıyla aklını kaybeden bir erin dramını anlatır… İkinci bölümde Vietnam Savaşı filmlerinde görmeye alışık olmadığımız, şehirde geçen bir çatışma seyrederiz. Bir grup Amerikan askeri, attığını vuran bir keskin nişancının hakkından gelmeye çalışır. Usta yönetmen Stanley Kubrick, her iki bölümde de savaşın insan ruhuna verdiği zarara odaklanır. Savaşı, öncesi ve sonrasıyla insan ruhunu tüketen bir süreç olarak ele alır. Gelmiş geçmiş en iyi savaş filmlerinden biri…
Esaretin Bedeli 1994
(The Shawshank Redemption)
Yönetmen: Frank Darabont, Stephen King’in doğaüstü ve korku gerilimle ilgisi olmayan 1982 tarihli novellasından, seyirciyi can evinden yakalayan bir hapishane filmi çıkarmayı başarıyor. Karısı ve âşığını öldürme suçundan ömür boyu hapse mahkûm olan masum Andy Dufresne’in hikâyesi, “iyilerin her zaman kazanacağına” inanan o eski Hollywood filmlerini aratmıyor. Anlatıcı Freeman’in etkileyici sesi ve finaliyle 90’ların popüler kültürüne damgasını vurmuştu. Bir kült filme dönüşmesinde, oyuncuların payı gerçekten büyük. Tok, etkileyici ve duyarlı sesiyle öyküyü anlatan Freeman, haksızlığa uğramış iyi kalpli, masum Andy Dufresne’e (Tim Robbins) sahip çıkan tecrübeli mahkûm Red’de, hafızalara çakılan bir performans çıkarıyor. Tim Robbins de ondan aşağı kalmıyor.
Mad Max Fury Road 2015
Kıyamet sonrasının çöllerinde geçen filmde Max (Tom Hardy),çölün derinliklerinde “yalnız kovboy” misali takılırken Ölümsüz Joe'nun yönettiği yarı vahşi bir toplumun avcıları tarafından yakalanır. Daha sonra kendini, Ölümsüz Joe’nun haremiyle birlikte Yeşil Diyar’a kaçmaya çalışan Furiosa (Charlize Theron) ve onu takip edenler arasındaki kanlı bir kaçma kovalamacanın orta yerinde bulur. İktidardakiler, kadınları ve savaşçıları sömüren hastalıklı, çirkin, deforme erkeklerden oluşur. Fiziksel deformasyon ve hastalık, sembolik olarak hem iktidarı hem toplumu sarmış durumdadır. Toplum, dini fanatizm ve militarizmle ayakta tutulur. Furiosa’nın kaçırmaya çalıştığı genç, güzel ve sağlıklı kadınlar ise kıyametin orta yerinde insanlığın umudu ve geleceğini temsil ederler. Max’i etkileyen, kadınların iktidara baş kaldırma cesareti ve geleceğe duydukları inançtır. Filme asıl ruhunu veren ise muhteşem aksiyon duygusu ve görsel atmosfer… “Mad Max: Fury Road’, Junkie XL imzalı müziklerin katkısıyla çölde geçen vahşi bir rock operası tadı veriyor...
Yerçekimi 2013
(Gravity)
Yönetmen Alfonso Cuaron, bilimkurguyla yaşamda kalma (survival movies) türlerini harmanlıyor... Teslim olmak ya da savaşı sürdürmek arasındaki meselelerle ilgili bir film bu... Tecrübeli astronot Matt Kowalski (George Clooney),mizah duygusu, iyimserliği ve pozitif tavırlarıyla hayata yakın bir karakter. Medikal mühendis Ryan Stone (Sandra Bullock) ise tam tersine, deneyimsiz, gergin ve endişeli... Cuaron, seyircide tam da “orada”ymış hissini yaratıyor. Bunu sadece elindeki teknolojiyle değil yönetmenlik sanatıyla, kamerayla, kadrajla, ışıkla ve renkle yapıyor. Kamera sanki asla sabitlenmiyor ve astronotlar gibi yerçekimsiz ortamda süzülüyor. Açılıştaki kaza sahnesi sadece çekimi ve özel efektleriyle değil, baştan sona bütün mizanseni ve koreografisiyle nefes kesici… Ses efektlerinin olmadığı bu sahnede hipnotize edici olan şey hareket ve grafik. İki astronotun birbirlerini yakalamaya ya da uzay istasyonunda bir yerlere tutunmaya çalıştıkları sahneler de kusursuz. Cuaron bu sahnelerde tutunma ve bağlanmanın yaşam; boşlukta kalmanın ise ölüm olduğu bir çeşit uzay trapezi etkisi yaratıyor.
Tarih: 2021-03-21 15:15:45 Kategori: Sinema
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Sorunu sor hemen cevaplansın.
İzlenebilecek Netflix Filmleri Nedir
Diriliş 2015
(The Revenant)
Vahşi Doğa’da geçen bir hayatta kalma ve intikam hikâyesi…. Film insanın vahşi doğada sarsılan ya da ayakta kalan değerler sistemini sorguluyor. Yüzbaşı Andrew Henry (Domhnall Gleeson) Batı’nın medeni yüzünü yansıtan biri. John Fitzgerald (Tom Hardy) ırkçılığı ve fırsatçılığıyla beyaz adamın karanlık yüzünü temsil ediyor. Ana karakterimiz Glass (Leonardo DiCaprio) ise açılıştaki av sahnesinde vurgulandığı gibi doğayla uyum içinde, artık onun bir parçasına dönüşmüş durumda. Filmdeki diğer beyazlara oranla sessiz bir karakter ama kendi ırkının açgözlülüğünden duyduğu rahatsızlığı hissetmemek mümkün değil. Onu bölgenin yerlilerine yaklaştıran tek şey, ölmüş Kızılderili eşiyle arasındaki ruhani bağ ya da oğlu değil. O, beyazların “dışarı”dan getirdiği değerlerden ziyade içgüdüleriyle hareket ediyor. “Diriliş”i çarpıcı ve etkileyici kılan asıl özelliği anlatımı. Yönetmen Inarritu’nun başarısının sırrı; savaş, takip, dövüş gibi sahneleri, olayların göbeğindeki hareketli bir kamerayla uzun planlar halinde çekmek.
Yeni Hayat 2000
(Cast Away)
Çağdaş hayatın yoğun temposu içinde kaybolup gitmiş bir adamın öyküsü… Uluslararası bir kargo şirketinde çalışan Chuck Noland (Tom Hanks),verimlilik sorunlarını çözmeye çalışan bir sistem analistidir. İşlerinin yoğunluğu nedeniyle sevgilisine (Helen Hunt) dahi yeterince vakit ayıramaz; evlilik planlarını sürekli erteler. Noel zamanı çıkmak zorunda kaldığı iş yolculuğu sırasında fırtınada düşen kargo uçağından sağ kurtulur ve kendini Güney Pasifik’te ıssız bir adada bulur. William Broyles Jr.’ın senaryosu, modern çağda geçen bir Robinson Crusoe öyküsü anlatıyor. Robert Zemeckis’in yönettiği film, Chuck Noland’ın verdiği yaşam mücadelesi kadar dış dünyadan yalıtılmış bir insanın yalnızlıkla baş etme ve kendini sorgulama sürecine de odaklanıyor. Bu arada, Noland’ın Crusoe’dan daha yalnız olduğunu belirtelim. Robinson’un Cuma’sına karşılık Noland’ın sadece bir voleybol topu var… Finali itibarıyla kaderci yanı ağır basan film için Tom Hanks, yaklaşık 22 kilo vermiş ve Oscar’a aday olmuştu.
Birdman 2014
Süper kahraman Birdman rolüyle tanınan Riggan (Michael Keaton),Raymond Carver’ın öykülerinden uyarladığı, yönettiği, başrolünü oynadığı ve yapımcılığını üstlendiği oyunla tiyatro dünyasında başarılı olmayı arzuluyor. Lakin, başta “hipergerçekçi” ukala oyuncusu Mike Shiner (Edward Norton) olmak üzere önünde o kadar çok engel var ki... Film boyunca sık sık iç sesini dinlediğimiz Riggan, nevrotik olmanın ötesinde hayalle gerçeğin birbirine karıştığı tehlikeli bir bilinç durumunda yaşıyor. Kızı Sam (Emma Stone),yapım amiri Jake (Zach Galifianakis) dahil çevresindekilerin de durumu çok iyi değil ama hepsi Riggan gibi oyuna kalplerini koyuyorlar. Karşılarında ise medya ve entelektüeller var. Filmi çekici hale getiren yönetmen Alejandro G. Inarritu’nun gösterişli ve tutkulu anlatımı. Inarritu, dijital geçişlerin yardımıyla son bölüme kadar bütün filmi “tek bir plan” gibi çekmiş. Tek plan tercihi, Riggan’ın üstündeki zamanın baskısını vurguluyor.
Yıldızlararası 2014
(Interstellar)
Gıdanın en önemli sorun olduğu bir gelecekteyiz... Çocukların hangi mesleği seçeceğine öğretmenlerin karar verdiği, Mao'nun Çin'ini andıran devletçi bir sistem var. Tüketim toplumu, bireycilik ve ABD'nin simgelediği değerler artık tarih olmuş. Çiftçilik yapan eski pilot Cooper'ın (Matthew McConaughey) isyanı öncelikle bu sisteme karşı. NASA'nın yeni gezegen araştırmalarında yer almak istemesinin nedeni çocuklarının istikbali... Christopher Nolan'ın, “Yıldızlararası”nı ABD'de ekonomik krizin zirveye çıktığı, sosyalizmin faydalarından söz edilen bir dönemin endişeleriyle yazdığı öne sürülebilir. Film, yüksek teknolojiyi, bilimsel araştırmaları, kâşiflik ruhunu ve insan merkezli aydınlanmacı düşünceyi kutsarken, gençlere elindekiyle yetinmeyi öğreten, çevrecilerin idolleştirdiği tarım toplumu fikrine karşı çıkıyor. Ama bu fikirlerin dipten dibe işlendiğini belirtmeliyim. Asıl öykü sevgiyle ilgili. Sevgi geleceğin karanlık dünyasındaki yegâne umut değil sadece... Bilimsel gelişmelerin esin kaynağı ve insanlığın asıl kurtuluşuna giden yol...
Otomatik Portakal 1971
(A Clockwork Orange)
Anthony Burgess’in romanından sinemaya uyarlanan distopik film, yakın geleceğin İngiltere’sinde geçer. Beethoven’ın eserlerine özel bir tutkusu olan Alex (Malcolm McDowell) tecavüz ve hırsızlığın yanı sıra kurbanlarına ultra şiddet uygulayan bir çetenin lideridir. Yakalandığında bizzat İçişleri Bakanı tarafından tanıtılan deneysel bir rehabilitasyon programına dahil olur. Amaç, suçluların içindeki tüm şiddet içgüdüsünü yok ederek onları kontrol etmektir. Stanley Kubrick’in ürpertici gelecek tasviriyle akıllarda kalan çarpıcı bir film... Görsel olarak etkileyici olsa da biraz soğuk ve duygusuz bir yanı olduğu söylenebilir.
Yeşil Yol 1999
(The Green Mile)
Paul Edgecomb (Tom Hanks),bir Fred Astaire filmi seyrederken 1935’e döner, cezaevinde çalıştığı yılları hatırlar. Paul o yıllarda idam mahkûmlarının kaldığı bölümden sorumludur. İdama mahkûm edilen hükümlülerin arasında John Coffey (Michael Clarke Duncan) adlı dev gibi bir Afro-Amerikalı da vardır. İki beyaz kıza tecavüz edip öldürdüğü söylenen John, altın gibi kalbiyle Paul’ü derinden etkiler. Daha önemlisi, sahip olduğu şifa veren doğaüstü yetenekleriyle Paul’ü büyük acılardan kurtarır… Stephen King’in 1996 tarihli romanından, Frank Darabont tarafından sinemaya uyarlanıp yönetilen film, ırkçılık ve ayrımcılık eleştirisiyle öne çıkan göz yaşartıcı ve duygusal bir yapım.
Köstebek 2006
(The Departed)
2002 tarihli “Internal Affairs” (Mou gaan dou) adlı Hong Kong filminin Hollywood tarafından yapılan bu yeni çevrimi, en iyi film ve yönetmen dahil 4 Oscar kazandı. Film, birbirlerini açığa çıkarmaya çalışan iki köstebeğin hikâyesini anlatır. Birisi (Leonardo DiCaprio),Boston’daki İrlanda mafyasının içine sızan ve şefi dışında kimsenin tanımadığı genç bir polistir. Diğeri (Matt Damon),mafya tarafından yıllar önce polis teşkilatının içine yerleştirilmiş bir köstebektir. Her ikisi de birbirlerinin açığa çıkarmak için ellerinden geleni yaparlar. Jack Nicholson’ın iki karakteri birbirine bağlayan bir mafya patronunu canlandırdığı filmde Martin Scorsese, bir mafya öyküsünün ötesinde nefes nefese ilerleyen bir gerilime imza atıyor.
Full Metal Jacket 1987
Gustav Hasford’un ‘The Short-Timers’ adlı romanından uyarlanan film, iki ana bölümden oluşur. Deniz piyadelerinin eğitim kampında geçen ilk bölüm, zorba bir çavuşun baskısıyla aklını kaybeden bir erin dramını anlatır… İkinci bölümde Vietnam Savaşı filmlerinde görmeye alışık olmadığımız, şehirde geçen bir çatışma seyrederiz. Bir grup Amerikan askeri, attığını vuran bir keskin nişancının hakkından gelmeye çalışır. Usta yönetmen Stanley Kubrick, her iki bölümde de savaşın insan ruhuna verdiği zarara odaklanır. Savaşı, öncesi ve sonrasıyla insan ruhunu tüketen bir süreç olarak ele alır. Gelmiş geçmiş en iyi savaş filmlerinden biri…
Esaretin Bedeli 1994
(The Shawshank Redemption)
Yönetmen: Frank Darabont, Stephen King’in doğaüstü ve korku gerilimle ilgisi olmayan 1982 tarihli novellasından, seyirciyi can evinden yakalayan bir hapishane filmi çıkarmayı başarıyor. Karısı ve âşığını öldürme suçundan ömür boyu hapse mahkûm olan masum Andy Dufresne’in hikâyesi, “iyilerin her zaman kazanacağına” inanan o eski Hollywood filmlerini aratmıyor. Anlatıcı Freeman’in etkileyici sesi ve finaliyle 90’ların popüler kültürüne damgasını vurmuştu. Bir kült filme dönüşmesinde, oyuncuların payı gerçekten büyük. Tok, etkileyici ve duyarlı sesiyle öyküyü anlatan Freeman, haksızlığa uğramış iyi kalpli, masum Andy Dufresne’e (Tim Robbins) sahip çıkan tecrübeli mahkûm Red’de, hafızalara çakılan bir performans çıkarıyor. Tim Robbins de ondan aşağı kalmıyor.
Mad Max Fury Road 2015
Kıyamet sonrasının çöllerinde geçen filmde Max (Tom Hardy),çölün derinliklerinde “yalnız kovboy” misali takılırken Ölümsüz Joe'nun yönettiği yarı vahşi bir toplumun avcıları tarafından yakalanır. Daha sonra kendini, Ölümsüz Joe’nun haremiyle birlikte Yeşil Diyar’a kaçmaya çalışan Furiosa (Charlize Theron) ve onu takip edenler arasındaki kanlı bir kaçma kovalamacanın orta yerinde bulur. İktidardakiler, kadınları ve savaşçıları sömüren hastalıklı, çirkin, deforme erkeklerden oluşur. Fiziksel deformasyon ve hastalık, sembolik olarak hem iktidarı hem toplumu sarmış durumdadır. Toplum, dini fanatizm ve militarizmle ayakta tutulur. Furiosa’nın kaçırmaya çalıştığı genç, güzel ve sağlıklı kadınlar ise kıyametin orta yerinde insanlığın umudu ve geleceğini temsil ederler. Max’i etkileyen, kadınların iktidara baş kaldırma cesareti ve geleceğe duydukları inançtır. Filme asıl ruhunu veren ise muhteşem aksiyon duygusu ve görsel atmosfer… “Mad Max: Fury Road’, Junkie XL imzalı müziklerin katkısıyla çölde geçen vahşi bir rock operası tadı veriyor...
Yerçekimi 2013
(Gravity)
Yönetmen Alfonso Cuaron, bilimkurguyla yaşamda kalma (survival movies) türlerini harmanlıyor... Teslim olmak ya da savaşı sürdürmek arasındaki meselelerle ilgili bir film bu... Tecrübeli astronot Matt Kowalski (George Clooney),mizah duygusu, iyimserliği ve pozitif tavırlarıyla hayata yakın bir karakter. Medikal mühendis Ryan Stone (Sandra Bullock) ise tam tersine, deneyimsiz, gergin ve endişeli... Cuaron, seyircide tam da “orada”ymış hissini yaratıyor. Bunu sadece elindeki teknolojiyle değil yönetmenlik sanatıyla, kamerayla, kadrajla, ışıkla ve renkle yapıyor. Kamera sanki asla sabitlenmiyor ve astronotlar gibi yerçekimsiz ortamda süzülüyor. Açılıştaki kaza sahnesi sadece çekimi ve özel efektleriyle değil, baştan sona bütün mizanseni ve koreografisiyle nefes kesici… Ses efektlerinin olmadığı bu sahnede hipnotize edici olan şey hareket ve grafik. İki astronotun birbirlerini yakalamaya ya da uzay istasyonunda bir yerlere tutunmaya çalıştıkları sahneler de kusursuz. Cuaron bu sahnelerde tutunma ve bağlanmanın yaşam; boşlukta kalmanın ise ölüm olduğu bir çeşit uzay trapezi etkisi yaratıyor.
Tarih: 2021-03-21 15:15:45 Kategori: Sinema
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Yorum Yapx